Etiketler

, ,

sevgili günlük
bugün eski fotoğraflara bakarken rahmetli dedemin sararmış fotoğrafına rastladım. birden gerilere gittim. çocukluk yıllarıma… ve bir anım geldi aklıma. anında yazdım. virgülüne noktasına dokunmadan aklıma estiği gibi yazdığım anımı senle paylaşıyorum günlük…
DENİZ KABUKLARI
1990’lar…O zamanlar başkaydı herşey… Özgürce korkmadan oynayabildiğimiz sokaklarımız vardı. Az mı düşerdik, yara bere içinde kalırdık ama hiç ağlamaz oyuna kaldığımız yerden devam ederdik. “Anne saat kaç?” nidalarıyla sokakları doldururdu sesimiz. Çocuktuk, olması gerektiği gibi yaşadık çocukluğumuzu, saf ve temiz. Çocukluğumun en güzel zamanları yaz tatilleriydi. Yaz aylarını sabırsızlıkla beklerdim. Suç ortağım kuzenim gelince daha bir güzel olurdu herşey. En çok rahmetli anneannemin girmemizi yasakladığı odaya gizlice girmekten hoşlanırdık. Ev topraktı, iki katlı sıcacık bir evdi. Bize gizemli gelen oda karanlık bir odaydı. İçinde anneannemin gözü gibi baktığı küçük süs eşyaları, farklı biblolar vardı. Bir de kocaman deniz kabukları… biz en çok o deniz kabuklarını severdik. Hani kulağımıza götürüp dinlediğimizde “denizin sesini veren”. O mavi diyarın sesini duymak bizi inanılmaz mutlu ederdi. Sırayla deniz kabuğunu kulağımıza götürür, birbirimizi susturur, gözlerimizi sadece bir noktaya odaklar, o uğultulu sesi duymaya çalışırdık ve duyardık. Ne büyük mutluluktu. O odaya girerken yaşadığımız heyecan ve her girişimizde yeni birşeyler bulmanın mutluluğu bambaşkaydı. Meğer ne değerli zamanlarmış o zamanlar. Çocukluğum her fırsatta geri dönüp kendini hatırlatıyor şimdi. Hayat belki kolaylaşıyor ama duygular saflığını yitiriyor. Robotlaşıyor insanoğlu. Artık çocuklar deniz kabuklarını dinlemiyor, denizin sesine inanmıyor. Şimdi ne o ev var ne de anneannemle dedem. Çocukluğa ait özel geri gelmeyen yada eşsiz duygular. Büyüdükçe azalan, mekanikleşen…